Tüketicinin Korunması Atmosferinde “GIDAYA ERİŞİM” “TÜKETİCİNİN SAĞLIK ve GÜVENLİĞİ” Raporu / 2023
GİRİŞ |
Dünyada ve ülkemizde tüketim faaliyetlerinin, üretim ilişkilerinin bir sonucu olmasının genel ekonomik faaliyetlerin sonuçları itibariyle üretim/tüketim ilişkisini belirlemesi açısından oldukça önemlidir. Genel olarak ekonomik faaliyetlerin sonuçlarına bakmadan, üretim tüketim ilişkisi sürecini ve yaşanan tüketici sorunlarını değerlendirmenin yeterli olmayacağı da açıktır.
2023 yılında gıdaya erişim, gıda güvenliğinde yaşanan sürece baktığımızda, ülkemiz üretim süreçlerinden tüketim faaliyetlerine kadar giderek artan boyutta olumsuzlukların yaşandığını tespit edebiliyoruz. Diğer yandan güvensiz ürünlerin tüketicinin sağlık ve güvenliğini ve ekonomik çıkarlarını tehdit etmesi hak arama mücadelesinde daha etkili ve yoğun emek harcamayı zorunlu ve gerekli kılmaktadır.
Bileşeni olan tüketici örgütlerinin 27 yıllık, uzun soluklu mücadele deneyimleri ışığında çalışmalar yürüten ve Consumer International üyesi olarak Dünyada ülkemizi temsil eden Tüketici Örgütleri Konfederasyonunun (TÖK) hak arama mücadelesinin öncü gücü olarak. Ülkemizin ilk tüketici çatı örgütü olmuş. Tüketici haklarının geliştirilmesinde, Yasaya ve hukuka karşı uygulamaların ortadan kaldırılmasında, Tüketici yurttaşların mağduriyetlerinin önlenmesinde, Tüketici bilincinin gelişmesinde, Toplumsal hak arama kültürünün oluşumu ve gelişiminde üstlendiği görev ve sorumluluklarının bilincindedir.
Kamu otoritesinin, Anayasanın 172. Maddesi, Evrensel Tüketici Hakları ile Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun amaç 1. maddesinde belirtilen gönüllü tüketici örgütlenmelerinin desteklenmesine yönelik sorumluluklarını ve görevlerini bu güne kadar yeterince yerine getirmemesi tüketici hareketinin gelişim sürecine olumsuz etkiler yaratmıştır.
Özellikle de önceki yıllarda olduğu gibi 2023 yılında da ekonomik krizin yarattığı ağır koşullar ortaya çıkardığı sorunlar, zamların ve fahiş fiyat artışlarının etkisiyle başta tüketicinin alım gücünü olumsuz etkilemiştir.
Günümüzde giderek artan oranda yaşanan haksız, yasa hukuk tanımaz uygulamalar sonucu, mal ve hizmet piyasalarında tüketicilere yönelik olumsuzluk yaratan girişimlere karşı olduğu gibi gıda sektörünün haksız uygulamalarına karşı denetimlerin yetersizliği nedeniyle de hak ve hukuk mücadelesi de yetersiz kalmaktadır.
İlk kez yürürlüğe girdiği Eylül/1995 yılından günümüze kadar geçen süreçte Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun işleyişinde ve tüketicilerin yaşadıkları uyuşmazlıklardan kaynaklı sorunlara ilişkin geçen 29 yılı aşkın süreçte geldiğimiz noktaya baktığımızda gelişmelerin olması gereken noktada olmadığı açıktır.
TÖK-AR (TÖK Araştırma Merkezi) olarak 2022 yılı ocak ayında başlattığımız ve 2023 yılında devam ettirdiğimiz ve 5 zincir marketten aylık izlemeyle aldığımız, 23 çeşit temel gıda maddesinin fiyatların değişimine baktığımızda TÜİK enflasyon oranlarının gerçeklerle büyük ölçüde çeliştiğini görebiliyoruz.
Belirttiğimiz dönemlere ilişkin gıda maddelerindeki fahiş fiyat artışlarının tüketicin yaşamını çok büyük ölçüde olumsuz etkilemeye devam etmektedir.
Ülkemizde yaşanan fiyat artışlarını, 2022 ve 2023 yıllarında ayrı ve/veya birlikte ele aldığımızda ortaya çıkan mutfak enflasyonun boyutunun ürkütücü düzeyde olduğu görülmektedir.
Günümüz itibariyle artık kontrol edilemez bir hale gelen fiyat artışlarını nelerin etkilediğine baktığımızda, başta akaryakıt ürünleri olmak üzere, enerji kaynaklarına yapılan fahiş orandaki zamların, dolaylı vergilerin tüm üretim ve tüketim süreçlerine olumsuz etkileri olduğu açıktır.
Diğer yandan, 2023 yılında da üretim girdileri yanında, fırsatçılar tarafından spekülatif uygulamalarla kat be kat yapılan fahiş zamlar tüketiciyi TÜKETMEKTEDİR.
Fiyatlar kontrolden çıktı;
Gerçekleşen fiyat artışları sonucunda, 31.12.2023 itibariyle 40,00 TL sınırını aşan akaryakıt ürünlerdeki artışlar her defasında iğneden ipliğe tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarına yansıtılmakta olup, akaryakıt ürünlerine yapılan indirimlerin mal/hizmet fiyatlarına indirim olarak yansıtılmaması ve yeniden yapılan fiyat artışlarının fiyatlara yansıtılması yanında dolaylı vergi oranlarının sürekli olarak artırılması sonucu fiyat artışları tüm tüketim maddelerine kontrolsüz bir biçimde yansıtılmış ve bu nedenlerle tüketiciler daha da yoksullaşarak cehennem azabını yaşamaya devam etmektedirler.
Tüm bu olumsuzlukların yanında konut kira-satış fiyatlarının geldiği nokta çok önemli barınma sorunu ortaya çıkarmış olması tüketicileri bu açıdan da oldukça zorlamaktadır.
Bugün tüketiciler artık kira+beslenme+faturalar sarmalı içinde kaybolmuşlardır. Sosyal yaşamın olmazsa olmazlarından kültür, sanat, gezi, vd. sosyal faaliyetleri artık gerçekleştirmek mümkün değildir.
TÜİK in yıllık bazda açıkladığı enflasyon oranları anlamını ve gerçekliğini yitirmiştir.
Bu durumla ilgili, TÜİK in açıklamış olduğu enflasyon oranları yanında gerek bağımsız enflasyon araştırma grubu ENAG, gerekse İstanbul Ticaret Odasının açıklanan gıda enflasyonu oranlarıyla birlikte değerlendirdiğimizde büyük bir çelişki ortaya çıktığı gibi tüketicinin nasıl bir girdaba sürüklendiğini de daha net görebiliyoruz. Bu kuruluşların yaptığı ölçümler arasındaki önemli ve büyük fark kamuoyunda ister istemez tartışmaya açılmış ve tüketiciler açısından önemli ölçüde güven sorunu yaratmıştır/yaratmaktadır.
Özellikle de, 2023 yılında Gıda fiyatları dünyada yüzde 10 düşerken Türkiye’de yüzde 72 artması manidardır. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), gıda ürünlerinin uluslararası fiyatlarındaki aylık değişiklikleri izleyen FAO Gıda Fiyat Endeksi’nin 2023 yılının önceki yıl seviyesinin yaklaşık yüzde 10 altında kapattığını duyurması yanında aynı dönemde TÜİK gıda fiyat endeksine göre ise ülkede gıda fiyatları yüzde 72 artış göstermesi sorunun ciddiyetini ortaya koymaktadır.
Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, TÜİK in 2023 yılı için açıkladığı yüzde 64,7 enflasyonun, yaşamımızda hissedilen oranı %129,4 olduğunu açıklanmış olup, kamuoyuyla paylaşılan resmi verilerle ‘hissedilen enflasyon’ farkın nedenini tüketim alışkanlıkları ve harcama kalıplarına bağlanmıştır.
Tüketici Örgütleri Konfederasyonu araştırma merkezi (TÖK-AR) olarak yaptığımız çalışmalar sonucunda, 2022 yılında başlayan ve 2023 yılında da devam eden tüketici yaşamını olumsuz etkileyen fahiş fiyat artışları, her geçen gün boyut kazanarak alım gücünü yer ve yeksan etmiştir.
Yaşanmakta olan tüm bu olumsuzlukların konutlarda kira ve satış fiyatlarına yansıtılmasıyla da önemli bir barınma sorunu yaratılmış olup bu durum tüketicileri her geçen gün daha da zorlamaktadır.
Açıklanan yeniden değerleme oranlarındaki %58,46 artış tüketicinin yaşamına (Pasaport, Sürücü belgesi, Kimlik kartı ücretlerine, harçlara, cezalara, vergilere vb.) yansıtılırken ülke nüfusunun büyük bir bölümünün (emekli+memur ve diğer çalışan) 2023 yılı için belirlenen 17.002 TL asgari ücret ile memur ve emeklilerinin maaşlarına yapılan %49,25 artış yanında, 6 aylık enflasyon oranı olan %37,56 ve sonradan eklenen %11,69 ek emekli maaşı artışlarının gerek fiyat artışları karşısında, gerekse yeniden değerleme oranları karşısında tüketicinin durumunu gözler önüne sermektedir.
Ayrıca, yapılan ek artış olan %11,69 oranındaki tutar emeklilerin kök maaşına yansıtılmadığı görülmüştür.
Artık tüketiciler zamanının büyük bölümünü halk ekmek büfeleri ile et süt kurumu mağazaları önünde kuyruklarda geçirdiği gibi, zincir marketler arasında kekik dokuyarak ihtiyaca binaen en uygun fiyatlı temel ürünlere ulaşma çabası içindedirler.
Diğer yandan tüketiciler kira+beslenme+fatura sarmalı içinde kaybolmuşlardır. Sosyal yaşamın olmazsa olmazlarından kültür, sanat, gezi, vd. sosyal faaliyetleri artık gerçekleştirmek mümkün değildir.
TÜİK in açıkladığı enflasyon oranları gerçekleri yansıtmadığı gibi, bu oranlar dikkate alınarak yapılan maaş artışları ise yaşanan sorunları büyütmekten öte bir işe yaramamaktadır.
Açıklanan asgari ücretin ve milyonlarca emeklinin maaşlarının açlık sınırının altında kalması kabul edilemezdir. TÜİK in açıklamış olduğu enflasyon oranları tüketiciler açısından önemli ölçüde güven sorunu yaratmıştır/yaratmaktadır.
Tüketicinin olmazsa olmazı olan temel gıda maddelerinin 2023 yılı fiyat artışlarına baktığımızda, zam şampiyonlarının, Zeytinyağı%193, Kaşar peyniri % 119, Sucuk % 84, Süt% 107, Çay%100, Tereyağı% 84,
Pirinç% 51, Mercimek%100, Kuru fasulye%69, Bulgur%60, Beyaz Peynir%65, Kıyma%126, Kuşbaşı%143 Su% 89, Ekmek%60 olduğu görülmüş olup, listedeki diğer temel ürünlerde değişik oranlarda artmaya devam etmiştir/etmektedir.
Diğer yandan, 2022 ve 2023 yıllarının toplam fiyat artışlarını birlikte değerlendirdiğimizde Kaşar peynirinin %346, Beyaz Peynirin %279, Süt’ün %284, Zeytinyağı %318, Suyun % 260, Kıymanın %233, Kuşbaşının %226, Yumurtanın %234, Makarna’nın %170, Ekmeğin %160 artış göstermiş olması tüketicinin gelirinde yaşanan artış karşısında fiyat artışlarındaki ürkütücü tabloyu ortaya koymaktadır.
Gıda enflasyonunun en önemli sebepleri arasında yer alan tarım ve hayvancılık üretim sürecine ilişkin girdi fiyatlarındaki yüksek artışlar karşısında üretim yapan yerli üreticilerin desteklenmesi yerine ithalata dayalı tarım/hayvancılık politikası izlenmeye devam edilmesi fiyatların aşağı çekilmesine yönelik bir fayda sağlamadığı gibi, yaşanan sorunların giderek büyümesine neden olmuş, fırsatçılarda bu durumu haksız kazanç sağlamaya dönüştürme aracı yapmışlardır.
Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) verilerine göre, üreticiden alınan “Portakalın yüzde 396,7 mandalinanın, yüzde 385,2 ile limonun, yüzde 256,5 ile kuru soğanın ise fiyat farkları tespit edildiğini, Portakal ve mandalina 5 kat, limon 4,9 kat, kuru soğan 3,6 kat fazlaya satıldığı.
Üreticide 4 lira olan portakal 20 lira 17 kuruşa, 5 lira 25 kuruş olan mandalina 26 lira 8 kuruşa, 3 lira 83 kuruş olan limon 18 lira 58 kuruşa, 5 lira 8 kuruş olan kuru soğan 18 lira 11 kuruşa satıldığının tespit edildiği belirtilmiştir.
Aynı marka ürünlerin marketlerde farklı fiyatla satılması;
Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik şartlar nedeniyle temel tüketim ürünleri fiyatları marketlerde çok sık değiştirildiği, Maliyetler sebep gösterilerek aynı ürün yan yana iki markette farklı fiyata satıldığı gibi aynı marka ve miktarlarının farklı market fiyatlarına yönelik yapılan çalışmada ürünlerin belirli markalar tarafından paketlenmiş fiyatı, marketten markete oldukça değişkenlik gösterdiği görüldüğü, aynı markanın aynı gramajda farklı marketlerdeki fiyatları değerlendirildiğinde sütün yüzde 32, beyaz peynirin yüzde 27, zeytinyağının yüzde 24,7, kuru fasulyenin yüzde 18,4, şekerin yüzde 17,9, kırmızı mercimeğin yüzde 17,2 oranlarda değişimleri olduğunun tespit edildiği 1 litre paket sütün X markasının fiyatı, F markette 29 buçuk lira iken, B markette 29 lira 90 kuruş, D ve E markette 29 lira 95 kuruş, A markette ise 37 lira 5 kuruş, C markette 38 lira 95 kuruştur. Sütün aynı markanın farklı marketlerdeki fiyatı, yüzde 32 oranına kadar değiştiği, 1 litre zeytinyağının paketlenmiş X markasının fiyatı, F markette 319 lira 90 kuruş iken, B markette 329 lira 90 kuruş, C markette 394 lira 90 kuruş, A markette ise 398 lira 90 kuruştur. Zeytinyağının aynı markanın farklı marketlerdeki fiyatı, yüzde 24,7 oranına kadar farklı satış yapıldığı tespitlerine yer verilmiştir.
Son yıllarda artan üretim maliyetleriyle gerçekleştirilen üretimde zaman zaman beklediği geliri elde edemeyen üreticilerin üretmekten vazgeçtiği de söz konusudur.
Tarımsal ürünlerin marketlerde birbirinden farklı yüksek fiyatlara satılması kabul edilir değildir.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO) tarafından derlenen, tahıllar, yağlı tohumlar, süt ürünleri, et ve şeker fiyatlarındaki aylık değişimleri izleyen dünya gıda fiyatları endeksi Aralık 2023’te 119,1 seviyesine gerilemesi sonucu Küresel gıda fiyatları ocak ayında tahıl ve et fiyatlarındaki düşüşlerin etkisiyle yaklaşık üç yılın en düşük seviyesine geriledi.
Et, Süt, Yağ, Sebze, Tahıl Fiyatlarında Küresel gıda fiyatlarında alt endekslerdeki değişim;
* Tahıl fiyatları, yıllık yüzde 18.6,
* Bitkisel Yağ fiyatları, yıllık bazda yüzde 12.8, * Süt ürünleri fiyatları yıllık bazda ise yüzde 17,8 ve
* Et fiyatlarında yıllık bazda yüzde 1,2 gerileme gerçekleştiği görüldü. Bu durumda Dünya gıda fiyatları endeksi Şubat 2021’den bu yana en düşük seviyeyi görmüş oldu.
Türkiye’de ise 2023 yılında yıllık gıda enflasyonu yüzde 72,01 olmuştu. TÜİK verilerine göre gıda fiyat endeksi Eylül 2020’den bu yana her ay bir önceki aya göre artması sonucu gıda fiyatlarının 38 aydan bu yana her ay zamlandığını göstermektedir.
TÜRK-İŞ Araştırmasının 2023 Aralık ayı sonucuna göre;
Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 14.431 TL’ye,
Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 47.009 TL’ye,
Bekâr bir çalışanın ‘yaşama maliyeti’ de aylık 18.796 TL’ye yükseldiği görülmüştür.
Ortaya çıkan bu gerçekler karşısında tüketicinin Gıda maddeleri + Kira + Faturalar gibi zorunlu giderler başta olmak üzere temel ihtiyaçlar karşılayabilmesinin ve insanca yaşayabilecek bir alım gücüne sahip olması mümkün görünmemektedir.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2023 yılına ilişkin ‘Gelir Dağılımı İstatistikleri’ bülteninde, hane halkı kullanılabilir gelirinin, hane halkı büyüklüğü ve kompozisyonu dikkate alınarak hesaplanan eşdeğer hane halkı büyüklüğüne bölünmesiyle elde edilen “eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert gelirine” göre, Türkiye’de en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, 2023 de, bir önceki yıla göre 1,8 puan artarak yüzde 49,8’e yükselirken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay 0,1 puan azalarak yüzde 5,9’a gerilemiştir.
Konuya bir başka açıdan baktığımızda nüfusun en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik bölüm gelirin yüzde 49,8 ini alırken, en düşük yüzde 20 lik bölüm yüzde 5,9 a sahip olurken, nüfusun en yüksen yüzde 20 dışındaki yüzde 80’lik bölümü yüzde 50,2’lik bir bölümüne sahip olabilmektedir ki bu sonuçta tüketicinin alım gücünün nasıl/neden giderek azaldığının en somut verisi olarak görülmektedir.
Tüketicinin temel ihtiyaçlarına bir yılda akaryakıt ürünleri başta olmak üzere yapılan yüksek oranlardaki ZAMLARI yapan kamu kuruluşları bu zamların öncelikle gıda maddelerinde fahiş zamların yansımasına neden olmuşlardır.
Çok kazanandan çok, az kazanandan az oranda adil dağılımlı olarak vergi toplamak yerine, dolaylı vergilerdeki artışlar ve tüketim maddelerine yapılan yüksek oranlı zamlarla yükü tüketici yurttaşa yükleyen kamu otoritesinin uygulamalarıyla, beslenmede Gıda güvenliği açısından gıda katkı maddeleri, tağşiş, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO), pestisitler gibi sağlık ve güvenliği olumsuz etkileyen konular haksız, yasa hukuk tanımaz uygulamalar devam etmektedir.
2023 yılında da önceki yıllarda olduğu gibi Gıda sektöründe, tüketici yurttaşların sağlık ve güvenliğini tehlikeye atan ve bu şekilde mağduriyetlere yol açan uygulamaların yoğun biçimde ön plana çıktığını ancak tüketicinin hem bilgi açısından hem de alım gücünün düşüklüğü açısından buları sorgulayacak durumda olmadığını çok net görebiliyoruz. Alım gücünün düşüklüğü nedeniyle güvenli gıda arayışında uzaklaşmak zorunda kalan tüketici seçme hakkını bile kullanamaz duruma gelmiştir.
Ülkemizde önceki yıllarda olduğu gibi, 2023 yılında da gıdada yaşanan sağlık ve güvenliğimizi tehdit eden haksız uygulamalara baktığımızda;
*Pestisitler’den kaynaklı sorunlar.
*Gıda katkı maddeleri ve Tağşiş ’den kaynaklı sorunlar.
*Kümes hayvanları yetiştiriciliğinde kullanılan antibiyotik ve türevlerinin yarattığı sorunlar.
*Son kullanma tarihi geçmiş gıda maddelerinin yeniden etiketlenerek piyasaya sürülmesi,
*Kamu otoritesi tarafından tüketici yaşamını tehdit eden, yem amaçlı GDO lar ile GDO lu yemlerin ülkemize girişine izin verilmesi sonucu kümes ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliğinde kullanılmasının yarattığı sorunlar.
*Kanserin en önemli besin kaynaklarından biri olan ithal mısırdan Nişasta Bazlı Şeker (NBŞ) üretimi,
*Etiket, fiyat listesi ve tarifelerin yaygın olarak bulundurulmaması,
*Özellikle 2021 yılı son çeyreğinde başlayarak devam etmekte olan yapılan fahiş oranlardaki zamların tüketicinin yaşamına olumsuz etkileri,
*Yaşamı tehdit eden, sağlıksız gıda üretilmesi, bu konuda gerekli ve yeterince denetimler yapılmaması, gibi önemli sorunları öncelikli olarak tespit edebiliyoruz.
Dünya Ekonomik Forumu 10 büyük riski açıkladı
Küresel Riskler Raporuna göre, bu yılın risk görünümüne kalıcı bir hayat pahalılığı krizine ilişkin endişeler, yapay zeka kaynaklı yanlış bilgi ve dezenformasyon ile toplumsal kutuplaşmanın iç içe geçmiş riskleri hakim oldu.
Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) küresel çapta 1400 risk uzmanı, politika yapıcı ve sektör liderlerinin görüşlerini alarak hazırladığı Küresel Riskler Raporu bulgularını açıkladı.
Hazırlanan raporda, kısa (2 yıl) ve uzun vadeli en büyük 10 küresel risk tespit edildi.
Acil küresel sorunlarda işbirliğinin yetersiz kalabileceği ve yeni işbirliklerine ihtiyaç duyulabileceği konusunda uyarıda bulunulan rapora göre, kalıcı bir hayat pahalılığı krizine ilişkin endişeler, yapay zeka kaynaklı yanlış bilgi ve dezenformasyon ile toplumsal kutuplaşmanın iç içe geçmiş riskleri, bu yılın risk görünümüne hakim oldu.
Bu krizler nedeniyle kısa vade olarak tanımlanan gelecek 2 yıllık dönemde, dezenformasyon ve yanlış bilgilendirme en büyük küresel risk olarak görülüyor.
Sıcaklık artışları, yoğun yağışlar, şiddetli fırtınalar ve uzun süren kuraklık gibi aşırı hava olayları kısa vadeli riskler arasında ikinci sırada yer alırken, toplumsal kutuplaşma üçüncü, siber güvenlik dördüncü, devletler arası silahlı çatışma beşinci sırada bulunuyor.
Ekonomik fırsat eksikliği altıncı, enflasyon yedinci, mecburi göç sekizinci, ekonomik gerileme dokuzuncu ve kirlilik onuncu risk olarak sıralanıyor.
Yine aşırı hava olayları, uzun vadede (10 yıl) ise en büyük küresel risk olarak öne çıkıyor.
Dünya sistemlerinde kritik değişim en büyük ikinci küresel risk olarak görülürken, biyoçeşitlilik kaybı ve ekosistem çöküşü, doğal kaynak sıkıntısı ve dezenformasyon ile yanlış bilgilendirme 10 yıllık dönemde ilk 5 küresel risk arasında yer alıyor.
Ayrıca, yapay zeka (AI) teknolojilerinin olumsuz sonuçları, mecburi göç, siber güvenlik, toplumsal kutuplaşma, kirlilik uzun vadeli en büyük 10 küresel risk arasında bulunuyor. Rapora göre, gelecek yıllarda ekonomik belirsizlik devam edecek, ekonomik ve teknolojik uçurumlar artacak.
WEF raporunda, “Uzun vadede, ekonomik hareketliliğin önündeki engeller artarak nüfusun geniş kesimlerini ekonomik fırsatlardan mahrum bırakabilir. Çatışmaya eğilimli veya iklim açısından hassas ülkeler yatırım, teknoloji ve ilgili istihdam oluşturmadan giderek daha fazla izole edilebilir. Güvenli ve emniyetli geçim kaynaklarına giden yolların yokluğunda bireyler suça, militarizasyona veya radikalleşmeye daha yatkın hale gelebilir.” ifadelerine yer verildi.
Gıda Güvenliği
Tüketicinin sağlık ve güvenliğini tehdit eden, ekonomik çıkarlarına zarar veren, bilgilenme hakkını yok sayan, çevresel tehlikeler yaratarak, yaşamı tehdit eden, sağlıksız gıda üreten, tağşiş yapan, satan firmaların haksız ve hukuksuz tüm uygulamaları artarak devam ederken, gerekli denetimleri yeterince yapmayan kamu otoritesinin yaklaşımı yanında alım gücü olağanüstü düşen tüketicinin güvensiz ürün karşısında dikkatsizliği ve çaresizliği bu alandaki sorunların büyümesine neden olmaktadır.
Bilim insanlarının yaptığı çalışmalar sonucunda hastalıkların önlenmesinde gıdalarla ilgili olarak;
*Tuz Tüketimini azaltılması,
*Trans yağ asitlerinin uzaklaştırılması,
*Doymuş yağ tüketiminin azaltılması,
*Şeker tüketiminin sınırlandırılması önerilmesine karşın konuyla ilgili önlem alınmasına yönelik maalesef ciddi girişimler bulunmadığı gibi yeterli tedbirler de alınmamaktadır.
İşlenmiş gıdaların tüketilmesi sonucu ortaya çıkabilecek sağlık risklerine baktığımızda, yapılan bir araştırmada, her gün en az bir öğünde işlenmiş et yiyenlerin yemeyenlere göre pankreas kanseri olma riski yüzde 19 daha fazla olduğu açıklanmış, yayınlanan bilimsel bir makalede ise bir sosiste ortalama 50 gram işlenmiş et bulunduğunu, bunun iki katının tüketilmesi durumunda kanser riskinin yüzde 38 oranına kadar yükseldiği belirtilmiştir. Yapılan tüm araştırmalarda da düzenli olarak işlenmiş et tüketiminin bağırsak kanseri ile bağlantısı da bulunduğu açıklanmıştır.
Son dönemin popüler içeceklerinden enerji içecekleri ile ilgili endişe yaratan araştırma bu tür ürünlerin insan sağlığına olumsuz etkilerini gözler önüne serdi.
Norveç’in saygın üniversitelerinden Bergen ve Oslo Üniversiteleri’nde görevli bilim insanlarının yaşları 18 ile 35 arasında değişen 53.266 öğrenciyi incelediği kaydedildiği ve BMJ Open’da yayınlanan bu araştırmada, ayda bir ya da iki kutu enerji içeceği tüketmenin uyku sorunlarına sebebiyet verdiği ortaya çıktı. Bu tür içecekleri içenlerin yarısı insomnia (uykusuzluk) yaşadığı belirtildi. Bu oran, enerji içeceği tüketmeyenlere göre iki kat daha fazla olduğu ortaya çıktı.
ABD’li tüketiciler işlenmiş gıdanın ne olduğunu yeterince bilmese de kaçınmak istiyor!
ABD de olduğu gibi Dünyada tüketicilerin beslenme konusunda yeterince bilgilendirilmediği yapılan araştırmalarda da ortaya çıkmaktadır.
Uluslararası Gıda Bilgi Konseyi (IFIC) Beslenme İletişimi birimi tarafından paylaşılan Amerikalı tüketiciler, yeterince ayrıntılı bilgilere sahip olmasa da konuya duyarlılıkları nedeniyle büyük ölçüde işlenmiş gıdaları beslenmesinden çıkarmak istediği ortaya çıkmıştır.
2023 yılı IFIC İşlenmiş Gıdalar Tüketici Araştırması raporunda yer alan ve 1.000’den fazla katılımcıyla yapılan bir anketten elde edilen, Amerikalıların sağlık ve işlenmiş gıdalar konusundaki tutumlarını inceleyen araştırmanın önemli sonuçlarının paylaşımında genel olarak, tüketicilerin çoğu (%84) sağlıklı beslenmenin kendileri için önemli olduğunu söylüyor.
Tüketiciler daha sağlıklı beslenmek istese de, tat ve fiyat, yiyecek veya içecek satın alırken en önemli etkenler olmaya devam ediyor.
IFIC’in bir diğer çalışmasında ise, göre, beş puan üzerinden satın alma sıralaması yapmaları istendiğinde, tüketicilerin %87’si dört veya beş puan vererek lezzetin en önemli olduğunu söylerken, fiyat (%76) ikinci sırada ve sağlıklı olma durumu (%62) ise üçüncü sırada yer aldığı anlaşılmaktadır.
Ayrıca tüketicilerden daha sağlıklı olmaları için iki yol seçmelerini istedi. ilk seçenekler arasında %18 daha fazla meyve ve sebze yediğini; %14 denge, çeşitlilik ve ölçülülük uyguladığını; %13 ise daha az şeker tükettiğini söyledi. İkinci seçenekte de benzer bir durum söz konusu olurken, tüketicilerin %15’i daha fazla sebze yediğini, %13’ü çeşitlilik ve ölçülülük uyguladığını, %11’i ise daha az şeker tükettiği tespit edildi.
IFIC’in 2023 Gıda ve Sağlık Araştırmasına göre, Amerikalıların çoğu düzenli olarak işlenmiş gıdalar tükettiği ortaya çıktı. Tüketicilerin %51’i bazen, %25’i nadiren, %18’i ise çoğu işlenmiş ürünleri tükettiğini söylüyor.
Ancak, tüketiciler işlenmiş gıdaların sağlıklı bir diyetin parçası olup olamayacağı konusunda farklı düşüncelere sahip olduğu da ortaya çıktı. Tüketicilerin %53’ü evet, olabilir; %28’i hayır, olamaz; ve %19’u bilmediğini söylerken, aynı rapora göre %76’sı bir şeyin işlenmiş olup olmadığını satın alma kararlarında dikkate aldıklarını ifade ettikleri araştırmada tespit edildi.
Uluslararası yönetim danışmanlığı kuruluşu Kearney tarafından, gıdada sağlıklı bir gelecek oluşturması için yapılması gerekenleri inceleyen bir rapor yayınladı. Rapor, gıdayı üretim ve işleme yöntemlerimizle dünyada yaşayan 8 milyar insan arasındaki bağı ortaya koymaktadır.
Sağlıksız gıdaların kronik hastalıklara, toprak, hava ve suda ekolojik bozulma ve kötü beslenme ile açlığa yol açtığı vurgulanan raporada, gıda kaynaklı ölümlerin dört temel nedeni olarak; Felç, diabet, kanser ve kardiyovasküler hastalıkların gösterildiği anlaşılmaktadır.
Raporda, yeryüzündeki herkesi besleyecek gıda maddeleri olmasına karşın, 350 milyon insanın hâlâ gıdaya düzenli erişim sağlayamadığına da dikkat çekiliyor.
Dünyada, sağlıksız gıdaların yarattığı ekonomik maliyete baktığımızda ise;
*Sağlık ve obezite maliyeti: 4.3 trilyon dolar
*Gizli çevresel ve toplumsal maliyetler: 16.3 trilyon dolar
*2000’den beri yaşanan iklim felaketlerinin etkilediği 4.2 milyar insanın yaşadığı ekonomik kayıplar: 3 trilyon dolar olduğu ortaya çıkmıştır.
Türkiye’nin, tarım ve gıdada üretilen toplam katma değer açısından dünyada ilk 10 ülke arasında yer aldığına dikkat çekilen raporda,“ politika yapıcılar, kamu otoriteleri, sivil toplum, akademisyenler ve özel sektörün bütüncül bir yaklaşım içinde işbirliği yapması gerektiği değerlendirmesi de yapılmıştır.
Gıda Katkı Maddeleri.
Özellikle hazır gıdaların işlenmesi/üretilmesi sürecinde belirli bir işlevi yerine getirmesi için, bilinçli olarak katılan katkı maddeleri renklendirici, koruyucu, mineral tuz, kıvam artıcı, homojenleştirici, parlatıcı, tatlandırıcı, inceltici, aroma ve tat verici amaçlı olarak kullanılması sürecinde bazı iddialara göre, gıda katkı maddelerinin gıda ürününün kalitesinin artmasına neden olduğunu öne sürmeleri kabul edilemez bir durumdur.
Zehirsiz tarım mümkün!
2006 yılından 2022 ye kadar Türkiye’deki tarımsal üretimlerde kullanılan Pestisit miktarı 790 bin ton civarındadır. Herbisit (Ot zehiri), İnsektisit (Böcek zehiri), Fungusit (Mantar zehiri) miktarları her yıl artmaktadır. 2010 yılında 38 bin ton olan pestisit miktarı, 2015 de 39 bin, 2020 de 53 bin, 2022 yılında da 55 bin tonu geçmiştir. Tarım Bakanlığının verilerine göre bu rakamın 12 bin tonu İnsektisit, 19 bin tonu Fungusit, 14 bin tonu geçen bir miktar da Ot öldürücülere (Herbisitlere) aittir. Ayrıca bunların dışında her yıl 5-6 milyon ton sentetik gübre kullanılmaktadır. Bu kullanıma baktığımızda tarım kimyasalının ne kadarının havayı, suyu, toprağı, insan ve diğer canlıları kirlettiği, zehirlediği ise açıkça ortadadır. Bu rakamlar gösteriyor ki, Türkiye tarımında kullanılan sentetik tarım kimyasalları miktarının azaltılması ile, ekolojik tarım koşullarında yapılan üretimlerin geniş alanlara yayılmasını beklemek tamamen bir hayaldir.
Yeşil Mutabakata göre ekolojik tarım alan oranının 2030 a kadar %25 e çıkartılması oldukça zor görülmekle birlikte bugün Avrupa da bile ortalama % 8 olan organik tarım alanının % 25 e çıkarılması imkansız gibi görünürken, coğrafya ve iklim avantajlarımız çok yüksek olduğu halde sahip olduğumuz % 1,5 olan organik tarım alanını %25 e yükseltebilmek ise bu yüzyılda gerçekleşebilecek bir durum değil. Tarım kimyasallarını üreten, satan uluslararası kartellerin gücü, devletler üzerindeki hakimiyeti bu kadar büyükken aksinin gerçekleştirilmesi olası görülmemektedir.
Kimyasal girdilere dayalı endüstriyel tarımın tüketici sağlığı ve güvenliğini tehdit ettiği açık olup, kimyasallardan arınmış sebze ve meyveleri en az Avrupalılar kadar ülkemiz vatandaşlarının da hak etmesi yanında çiftçilerin tohum ve kimya şirketlerinin insafına terk edilmemesi gereği vardır..
Dünyada ve Türkiye’de pestisit vb sentetik kimyasallar kullanmaksızın, doğa dostu ve zehirsiz yöntemler kullanarak tarımsal üretim yapan pek çok çiftçi bulunmaktadır.
Üstelik araştırmalar, pestisit savunucularının aksine, dünya nüfusunu doyurabilmek için pestisitlere ihtiyacımız olmadığını göstermektedir.
Üretim süreçleri ve Çiftçiler
Günümüzde artan nüfusun yeterli gıda ihtiyacının karşılanabilmesi ve gıda güvenliğinin sağlanması için verilen mücadeleler dünyanın her yerinde olduğu gibi günümüzde ülkemizde de çok daha önemli hale geldiğini biliyoruz. Gıda güvenliğini ve güvenli gıdaya erişimi sağlamak için üretmek ve üretimde sürekliliği sağlamak her ülkenin olduğu gibi ülkemizin de öncelikleri arasında olmalıdır.
Tarım ve hayvancılık sektörüne 2023 yılında baktığımızda; 2023 yılında da artmaya devam eden girdi, lojistik, işçilik fiyatlarıyla oluşan yüksek üretim maliyetleri, ürünlerin tüketiciye ucuza ulaşmayacağını netleştirdi. Dünyada ve ülkemizde yaşanan olumsuzluklara rağmen bu yıl da çiftçiler ve besicilerin üretmeye devam ettiğini görebiliyoruz.
2023 yılında da artmaya devam eden girdi, lojistik, işçilik fiyatlarıyla oluşan yüksek üretim maliyetleri, ürünlerin tüketicinin alım gücüne uygun fiyata ulaşmayacağını netleştirdi.
Girdilerde en fazla artışın yüzde 69,6 ile mazotta görüldüğü,
Çiftçilerin bankalara kredi borcunun yüzde 88,5 artması,
Tarım BAĞ-KUR primlerinin yüzde 49,11 oranında artırılması,
Tohum, Gübre ve Zirai ilaçların fiyatlarının artışları yanında Elektrik, su ücretlerindeki fahiş orandaki artışların devam etmesi karşısında,
2023 yılı bütçesinde tarımsal desteklerin artırılmasına yönelik önlemlerin alınmadığı,
2023 yılı prim desteklerinden 18 ürünün sadece 8’inde artış olduğu,
Pamuk fiyatlarının son 2 yılın gerisinde kaldığı, Fındık üretici fiyatlarında spekülasyonların bitmediği,
Birçok tarımsal üründe olduğu gibi Şekerpancarı alımlarında da sorunlar yaşanması nedeniyle ürünlerin tarlada kaldığı,
Narenciye ürünlerinde Pazar sorunu nedeniyle düşük fiyat yaşandığı,
Buğday ve arpada rekoltenin yanı sıra ithalatın da fazla olması yanında TMO depolarının dolu olması açıklaması sonucu üreticinin mağdur edildiği. (Buğday ithalatı Kasım/2023 de ki verilere göre son bir yılda yüzde 38 oranında artarak 7 milyon 851 bin tondan 10 milyon 836 bin ton)
2023 yılında da yerli besicinin desteklenmesi yerine canlı hayvan ve et ithalatı devam ettirildiği,
Hayvancılığın tarım destekleri içerisindeki payı azalmaya devam ettiği,
Süt ve süt ürünlerinde ihracat gerilediği buna karşılık ithalatın artmaya devam ettiği gerçeği ile yüzleşmemize rağmen açıklanan 2024 tarım ve hayvancılık programlarında ithal ikameci modellerin artarak devam edeceğini maalesef görmekteyiz.
Sonuç ve Bazı Öneriler
Ülkemizde tüketicilerin, sağlık ve güvenliğinin korunması, seçme ve zararlarının korunması haklarını kullanmaları, hakları konusunda yeterince bilgilenmeleri için, tüketicinin korunmasına yönelik yasal düzenlemelerin geliştirilmesi yanında tüketici bilincinin gelişimine yönelik faaliyetlerin artırılmasına yönelik önlemlerin kısa sürede alınması gerekmektedir.
İnsanların yaşamak için tüketmek zorunda olduğu gıda maddelerinin içeriği ile üretim süreçlerine ilişkin konularda bilgiyle ulaşmaları daha bilinçli, daha sağlıklı beslenmeleri için bir ön koşuldur.
İşlenmiş gıda maddelerinin içeriğinde bulunan katkı maddeleri hakkında bilgiye ulaşabilme koşullarının eksiksiz oluşturulması gerekliliği tüketicinin seçme hakkını doğru bir biçimde kullanarak kendisinin ve yakın çevresinin sağlık ve güvenliğini korumaya yönelik bir reflekse sahip olmasına katkı sağlayacaktır.
Tohumdan çatala gıda güvenliğinin sağlanması, gıda maddelerinin işlenme süreçlerinde dışsal etkenlerin zararlara yol açmaması, tedarik sisteminde gıdaların soğuk zincirle sevkinin sürekli ve etkin kılınması, depolama ve raf koşullarının uygun olması, son kullanım kurallarına riayet edilmesi yaşanacak olası sorunları önemli ölçüde ortadan kaldırılacaktır.
Tarımda kullanılan Kimyasalların olumsuz etkilerine baktığımızda,
* Olması gereken limitlerin üzerinde Kimyasal ilaç kullanılması.
*Üreticinin belirlenmiş olan hasat arası sürelerine uyulmaması. (Örneğin bir ürünün ortalama 40 gün olan hasat süresi ticari kaygıyla en az 20-22 günde hasat yapılması.)
Tarım Kanununda yapılan değişiklikle üretim planlanmasının yasal altyapısı oluşturulmasına rağmen yıllardır beklenen uygulanabilir teşvik üzerine kurulması hedeflenen üretim planının olması ve bu yöntemle Planlanan ürünün ekiminin tavsiye edilmesi ve bu durumda ek destek verilmesi bu yolla tarım alanının kayıt altına alınması uygulamasının hayata geçirilmesi gerekliliği vardır.
Sağlıksız gıdaların yarattığı kötü beslenmenin kronik hastalıklara, açlığa yol açtığı bu nedenle politika yapıcılar, kamu otoriteleri, sivil toplum örgütleri, akademisyenler ve özel sektörün bütüncül bir yaklaşım içinde işbirliği yapması gerektiği yanında, yeryüzündeki herkesi besleyecek gıda maddeleri olmasına karşın, 350 milyon insanın hâlâ gıdaya düzenli erişim sağlayamaması nedeniyle çözüm üretecek önlemlerin alınması gereklidir.