Tüketicinin Korunması Atmosferinde “GIDAYA ERİŞİM” “TÜKETİCİNİN SAĞLIK ve GÜVENLİĞİ” Raporu / 2024
GİRİŞ |
Dünyada ve ülkemizde tüketim faaliyetlerinin, üretim ilişkilerinin bir sonucu olmasının genel ekonomik faaliyetlerin sonuçları itibariyle üretim/tüketim ilişkisini belirlemesi açısından oldukça önemlidir. Genel olarak ekonomik faaliyetlerin sonuçlarına bakmadan, üretim tüketim ilişkisi sürecini ve yaşanan tüketici sorunlarını değerlendirmenin yeterli olmayacağı da açıktır.
2024 yılında da önceki üç yılda olduğu gibi, gıdaya erişim, gıda güvenliği konusuna baktığımızda, ülkemiz üretim süreçlerinden tüketim faaliyetlerine kadar giderek artan boyutta olumsuzlukların yaşandığını tespit edebiliyoruz. İthalata dayalı bir gıda politikasının yarattığı sorunların her geçen gün artması artmasına neden olmaktadır. Diğer yandan güvensiz ürünlerin tüketicinin sağlık ve güvenliğini ve ekonomik çıkarlarını tehdit etmesi hak arama mücadelesinde daha etkili ve yoğun emek harcamayı zorunlu ve gerekli kılmaktadır.
Bileşeni olan tüketici örgütlerinin 28 yıllık, uzun soluklu mücadele deneyimleri ışığında çalışmalar yürüten ve Consumer International üyesi (Dünya Tüketiciler Birliği) olarak uluslararası alanda ülkemizi temsil eden Tüketici Örgütleri Konfederasyonunun (TÖK) hak arama mücadelesinin öncü gücü olarak. Ülkemizin ilk tüketici çatı örgütüdür.
Tüketici haklarının geliştirilmesinde, yasaya ve hukuka karşı uygulamaların ortadan kaldırılmasında, Tüketici yurttaşların mağduriyetlerinin önlenmesinde, Tüketici bilincinin gelişmesinde, Toplumsal hak arama kültürünün oluşumu ve gelişiminde üstlendiği görev ve sorumluluklarının bilincindedir.
Kamu otoritesinin, Anayasanın 172. Maddesi, Evrensel Tüketici Hakları ile Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun amaç 1. maddesinde belirtilen gönüllü tüketici örgütlenmelerinin desteklenmesine yönelik sorumluluklarını ve görevlerini bu güne kadar yeterince yerine getirmemesi tüketici hareketinin gelişim sürecine olumsuz etkiler yaratmıştır.
Özellikle de önceki yıllarda olduğu gibi 2024 yılında da ekonomik krizin yarattığı ağır koşulların ortaya çıkardığı sorunlar, zamların ve fahiş fiyat artışlarının etkisiyle başta tüketicinin alım gücünü olumsuz etkilemiştir.
Günümüzde giderek artan oranda yaşanan haksız, yasa hukuk tanımaz uygulamalar sonucu, mal ve hizmet piyasalarında tüketicilere yönelik olumsuzluk yaratan girişimlere karşı olduğu gibi gıda sektörünün haksız uygulamalarına karşı denetimlerin yetersizliği nedeniyle de hak ve hukuk mücadelesi de yetersiz kalmaktadır.
İlk kez yürürlüğe girdiği Eylül/1995 tarihinden günümüze kadar geçen süreçte Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun işleyişinde ve tüketicilerin yaşadıkları uyuşmazlıklardan kaynaklı sorunlara ilişkin geçen 28 yılı aşkın süreçte geldiğimiz noktaya baktığımızda gelişmelerin olması gereken noktada olmadığı açıktır.
TÖK-AR (TÖK Araştırma Merkezi) olarak 2022 yılı ocak ayında başlattığımız ve 2024 yılında da devam ettiğimiz araştırmada, 5 zincir marketten aylık izlemeyle aldığımız, 24 çeşit temel gıda maddesinin fiyatların değişimine baktığımızda TÜİK enflasyon oranlarının gerçeklerle büyük ölçüde çeliştiğini görebiliyoruz.
Belirttiğimiz dönemlere ilişkin gıda maddelerindeki fahiş fiyat artışlarının tüketicin yaşamını çok büyük ölçüde olumsuz etkilemeye devam etmektedir.
Ülkemizde son üç yılı aşan süreçte yaşanan fiyat artışlarını, ayrı ve/veya birlikte ele aldığımızda ortaya çıkan mutfak enflasyonun boyutunun ne denli ürkütücü düzeyde olduğu görülecektir.
Günümüz itibariyle artık kontrol edilemez bir hale gelen fiyat artışlarını nelerin etkilediğine baktığımızda, başta akaryakıt ürünleri olmak üzere, enerji kaynaklarına yapılan fahiş orandaki zamların, dolaylı vergilerin tüm üretim ve tüketim süreçlerine olumsuz etkileri olduğu açıktır.
Diğer yandan, önceki yıllarda olduğu gibi 2024 yılında da üretim girdileri yanında, fırsatçılar tarafından spekülatif uygulamalarla kat be kat yapılan fahiş zamlar tüketiciyi TÜKETMEKTEDİR.
Fiyatlar kontrolden çıktı;
Gerçekleşen fiyat artışları sonucunda, 31.12.2024 itibariyle 45,00 TL sınırını aşan akaryakıt ürünlerdeki artışlar her defasında iğneden ipliğe tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarına yansıtılmakta olup, Mehter takımı edasıyla akaryakıt ürünlerine yapılan indirimlerin mal/hizmet fiyatlarına indirim olarak yansıtılmaması ve yeniden yapılan fiyat artışlarının fiyatlara yansıtılması yanında dolaylı vergi oranlarının sürekli olarak artırılması sonucu fiyat artışları tüm tüketim maddelerine kontrolsüz bir biçimde yansıtılmış ve bu nedenlerle tüketiciler daha da yoksullaşarak cehennem azabını yaşamaya devam etmektedirler.
Tüm bu olumsuzlukların yanında konut kira-satış fiyatlarının geldiği nokta çok önemli barınma sorununun hala devam ediyor olması tüketicileri bu açıdan da oldukça zorlamaktadır.
Bugün tüketiciler artık kira + beslenme + faturalar sarmalı içinde kaybolmuşlardır. Sosyal yaşamın olmazsa olmazlarından kültür, sanat, gezi, vd. sosyal faaliyetleri artık gerçekleştirmek mümkün değildir.
TÜİK in yıllık bazda açıkladığı enflasyon oranları anlamını ve gerçekliğini yitirmiştir.
Bu durumla ilgili, TÜİK in açıklamış olduğu enflasyon oranları yanında gerek bağımsız enflasyon araştırma grubu ENAG, gerekse İstanbul Ticaret Odasının açıklanan gıda enflasyonu oranlarıyla birlikte değerlendirdiğimizde büyük bir çelişki ortaya çıktığı gibi tüketicinin nasıl bir girdaba sürüklendiğini de daha net görebiliyoruz. Bu kuruluşların yaptığı ölçümler arasındaki önemli ve büyük fark kamuoyunda ister istemez tartışmaya açılmış ve tüketiciler açısından önemli ölçüde güven sorunu yaratmıştır/yaratmaktadır.
2023 yılında Gıda fiyatları dünyada yüzde 10 düşmesinden sonra 2024 yılında da FAO, gıda ürünlerinin uluslararası fiyatlarındaki aylık değişimin izlendiği Küresel Gıda Fiyat Endeksi’ne ilişkin açıklamasında, FAO Gıda Fiyat Endeksi aralıkta bir önceki aya kıyasla yüzde 0,5, Aralık 2023’e göre yüzde 6,7 artış olduğu görülmektedir. Aynı dönemde TÜİK gıda fiyat endeksine göre ise ülkede gıda fiyatları yüzde 58,37 oranında artış göstermesi sorunun ciddiyetini göstermektedir..
Kamuoyunu etkileyen olgulara göre, TÜİK in 2024 yılı için açıkladığı yüzde 44,38 enflasyonun, genel olarak gerçek anlamda yaşamımızda hissedilen oranı % 75 lere ulaşmıştır.
Tüketici Örgütleri Konfederasyonu araştırma merkezi (TÖK-AR) olarak yaptığımız çalışmalar sonucunda, 2022 yılından başlayarak, 2024 yılında da devam ederek tüketici yaşamını olumsuz etkileyen fahiş fiyat artışları yanında gıda maddelerinde yaşanan taklit ve tağşişin her geçen gün artarak devam etmesi tüketicinin sağlık ve güvenliğini tehdit ettiği gibi fiyat artışları nedeniyle de alım gücünü neredeyse ortadan kaldırmıştır.
Yaşanmakta olan tüm bu olumsuzlukların konutlarda kira ve satış fiyatlarına yansıtılmasıyla da önemli bir barınma sorunu yaratılmış olup bu durum tüketicileri her geçen gün daha da zorlamaktadır.
Artık, Tüketemediğimiz İçin Tükendik!..
Özellikle son üç yılda ülkemizde yaşanan fiyat artışları artık kontrol edilemez bir hale gelmiştir.
Başta Enerji ürünlerinin fiyatları olmak üzere, yapılan zamların, tüm üretim ve tüketim süreçlerine olumsuz etkileri bilinmektedir. Üretim girdilerindeki artışlar yanında, aracılar ve fırsatçılar tarafından yapılan fahiş zamların önünün alınmaması/alınamaması tüketiciyi artık TÜKETMİŞTİR.
Artık kontrolden çıkan fiyat artışları Yaşamın her alanına yansıyan zamların iğneden ipliğe tüm tüketim maddelerine yansıtılması tüketicinin yaşamını alt üst etmiştir.
Yaşanmakta olan tüm bu olumsuzlukların özellikle konut kiralarına yansıtılmasıyla da önemli bir barınma sorunu devam etmekte olup bu durum tüketicilerin yaşamını oldukça zora sokmuştur.
Yeniden değerleme sonucu ortaya çıkan %43,93 oranındaki artışlar tüketicinin yaşamına (Pasaport, Sürücü belgesi, Kimlik kartı ücretlerine, harçlara, cezalara, vergilere vb.) yansıtılırken çalışanların büyük bir bölümünün 2025 yılı ocak ayı itibariyle emekçilerin alacağı 22.140 TL asgari ücret ile yine aynı dönemde SGK-BAĞKUR emeklilerinin maaşlarına yapılacak %,15,75 artış yanında Memur emeklileri için yüzde 11,55oranındaki artış tüketiciler için sefaletin resmi olmuş ve Tüketiciler zamanın büyük bölümünü artık halk ekmek büfeleri, halk lokantaları ve et süt kurumu mağazaları önünde kuyruklarda geçirmektedir.
Tüketiciler kira + beslenme + fatura sarmalı içinde kaybolmaya devam etmektedirler. Sosyal yaşamın olmazsa olmazlarından kültür, sanat, gezi, vd. sosyal faaliyetleri artık gerçekleştirmek mümkün değildir.
TÜİK in açıkladığı enflasyon oranları gerçekleri yansıtmadığı gibi, bu oranlar dikkate alınarak yapılan maaş artışları ise yaşanan sorunları büyütmekten öte bir işe yaramamaktadır.
Açıklanan asgari ücretin ve milyonlarca emeklinin maaşlarının açlık sınırının altında kalması kabul edilemez. TÜİK in açıklamış olduğu enflasyon oranları tüketiciler açısından önemli ölçüde güven sorunu yaratmıştır/yaratmaktadır.
Tüketici Örgütleri Konfederasyonu araştırma merkezinin (TÖK-AR) yaptığı araştırma sonuçları, özellikle de son üç yılda, fahiş fiyat artışlarının hız kesmeden devam etmesi tüketicinin alım gücünü yer ve yeksan etmiştir/etmektedir. Toplumsal geleceğimize ilişkin kaygılarımız giderek artan oranda devam etmektedir.
Önceki yıllarda olduğu gibi, 2024 yılında da, 5 zincir markette, 24 çeşit temel tüketim maddesi fiyatlarını aylık olarak kayıt altına aldığımız fiyatların ölçüsüz bir biçimde artarak devam ettiği, bu durum karşısında tüketicinin artık temel gıda maddelerine ulaşamadığını 2022 ve 2023 yıllarında olduğu gibi 2024 yılında da yaşanan fiyat artışlarının ise önlenemez bir biçimde hız kesmeden devam ettiğini görüyoruz.


Tüketicinin olmazsa olmazı olan temel gıda maddelerinin 2024 yılı fiyatlarına baktığımızda, zam şampiyonlarının, Sucuk % 91, Kuru Soğan %90.90, Tereyağı % 82,50, Yumurta %82,00, Süt %80,
Un %75,50, Ay çiçek yağı %74, Su% 71, Bulgur %58, Çay %57, Ekmek %55, Patates %54, Mercimek %51,50, Şeker %50 artış olduğu görülmüş olup, listedeki diğer temel ürünlerde değişik oranlarda artmaya devam etmiştir/etmektedir.
Ortaya çıkan artışlarının tüketicinin gelirinde yapılan artış karşısında ürkütücü bir tabloyu ortaya koymaktadır.
Gıda enflasyonunun en önemli sebepleri arasında yer alan tarımsal ve hayvansal üretime ilişkin girdi fiyatlarındaki yüksek artışlar karşısında üretim yapan yerli üreticilerin desteklenmesi yerine ithalata dayalı bir gıda politikası izlenmeye devam edilmesi, sorunun giderek büyümesine neden olduğu gibi, ülkemiz tarım ve hayvancılığının gerilemesine yol açtığı gibi, fırsatçıların bu durumu haksız kazanç sağlamaya dönüştürmesi de söz konusudur.
TÜRK-İŞ Araştırmasının 2024 Aralık ayı sonucuna göre;
Dört kişilik ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 21.083 TL
Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu toplam gelir tutarı (yoksulluk sınırı) 68.675 TL
Bekâr bir çalışanın aylık yaşama maliyeti ise, 27.365 TL olduğu görülmektedir.
Açıklanan bu veriler, insan onuruna yaraşır geçim şartlarını sağlayacak bir gelirin ne kadar olması konusunda bizlere önemli bir kaynak oluşturmaktadır.
Asgari ücretin tespitinde ve emekli maaşlarının belirlenmesinde “geçim şartlarının” temel alınması gereken bir kriter olarak anayasal bir hak olmasına rağmen, milyonlarca tüketici düşük ve yetersiz kazanç ile hayatını sürdürmek durumunda bırakılmıştır.
Ortaya çıkan bu somut durum karşısında TÜİK tarafından 2024 yılı enflasyonunun % 44.38 oranında açıklanması karşısında, 2024 yılı artış oranı yüzde 58,51 olarak kaydedildi. Bu durumda tüketicinin Gıda maddeleri + Kira + Faturalar gibi zorunlu giderler başta olmak üzere temel ihtiyaçlarını karşılaması ve insanca yaşayabilecek bir alım gücüne sahip olması mümkün olmadığı geldiğimiz noktada hayatın somut bir gerçekliğidir. Burada bir kez daha görüyoruz ki tüketicinin yaşadığı gerçekler ile TÜİK in enflasyonu düşük göstermek adına açıkladığı enflasyon oranıyla çok büyük ölçüde çelişmektedir.
Sosyal hukuk devleti olmanın gereği, Anayasanın 172. Maddesi ile Evrensel Tüketici Haklarından, Tüketicilerin temel ihtiyaçlarının karşılanması, ekonomik çıkarlarının korunması, zararlarının karşılanması haklarına ilişkin beslenme barınma, ısınma, aydınlanma gibi temel ihtiyaçlara yönelik önlemleri almak sosyal devlet olmanın en temel gereklerinden olup, aynı zamanda ülkeyi yönetenlerin en temel görevlerindendir.
Tüketiciler olarak artık sözün bittiği noktaya geldiğimiz bu süreçte, zamların zulmüne zaman geçirmeden son verilerek, TÜİK in verilerine göre değil, hayatın gerçeklerine göre tüketicinin alım gücünü artıracak önlemlerin zaman geçirmeden alınması ülkeyi yönetenlerin önünde çok önemli bir görev olarak durmaktadır.
Gıda Güvenliği
Gıda enflasyonunun en önemli sebepleri arasında yer alan tarım ve hayvancılık üretim sürecine ilişkin girdi fiyatlarındaki yüksek artışlar karşısında üretim yapan yerli üreticilerin desteklenmesi yerine ithalata dayalı tarım/hayvancılık politikası izlenmeye devam edilmesi fiyatların aşağı çekilmesine yönelik bir fayda sağlamadığı gibi, yaşanan sorunların giderek büyümesine neden olmuş, fırsatçılarda bu durumu haksız kazanç sağlamaya dönüştürme aracı yapmışlardır.
Tüketicinin sağlık ve güvenliğini tehdit eden, ekonomik çıkarlarına zarar veren, bilgilenme hakkını yok sayan, çevresel tehlikeler yaratarak, yaşamı tehdit eden, sağlıksız gıda üreten, tağşiş yapan, satan firmaların haksız ve hukuksuz tüm uygulamaları artarak devam ederken, gerekli denetimleri yeterince yapmayan kamu otoritesinin yaklaşımı yanında alım gücü olağanüstü düşen tüketicinin güvensiz ürün karşısında dikkatsizliği ve çaresizliği bu alandaki sorunların büyümesine neden olmaktadır.
Tarım ve Orman Bakanlığının 2024 yılında yaptığı denetimler sonucu, Sağlığı Tehlikeye Düşürecek Gıdaların 176 adet, Taklit veya Tağşiş Yapılan Gıdaların ise 849 adet olduğu açıklanmıştır.
Sağlığı Tehlikeye Düşürecek Gıdalarda;
% 39 | İlaç Etken Maddesi, |
% 25 | Gıdada Kullanımına İzin Verilmeyen Boya, |
% 17 | Tek Tırnaklı Eti, |
% 8 | Natamisin, |
% 4 | Gıdada Kullanımına İzin Verilmeyen Alkol Tespitleri yapıldığı, |
Taklit Tağşiş Yapılan Ürün Gruplarına baktığımızda;
Bitkisel yağlarda yüzde 42,
Süt ve Süt ürünlerinde yüzde 13,
Baharatlar, Soslar ve Çeşnilerde yüzde 8,
Arıcılık ürünlerinde yüzde 5 oranında Taklit ve Tağşiş olduğu açıklanmış olup, gerçekte gıda maddelerindeki Taklit Tağşiş oranlarının çok daha fazla olduğu bilinmektedir. Bu nedenle denetimlerin yurt sathında tabana yayılarak etkinleştirilmesi çok önemlidir.
Son olarak ta, Tarım ve Orman Bakanlığının yaptığı denetimler sonrası uygunsuz olan ürünleri ifşa etmeye devam ediyor. Bakanlık, “Sağlığı Tehlikeye Düşürecek Gıdalar” listesini bir kez daha güncelledi. Halk sağlığını tehlikeye atan 4 yeni ürün listeye girdi. Denetimlerde yemeklerin vazgeçilmezi pul biberde gıdada kullanımına izin verilmeyen boya tespit edildiği belirtildi. “Bitkisel” olduğu iddia edilen macunlardan ise ilaç etken maddesi çıktığı açıklanmıştır.
Gün geçmiyor ki gıdadan kaynaklı zehirlenme ortaya çıkmasın, son olarak İzmir’de kumpir yedikten sonra hayatını kaybeden kadının ölümüne ilişkin yetkililer tarafından, kumpirin satıldığı işletmede yapılan incelemeler sonucunda korkunç gerçek ortaya çıktı ve kumpir malzemelerinde SALMONELLA virüsü tespit edildi.
Kolluk kuvvetlerince yürütülen çalışma kapsamında, söz konusu işletmede kumpir yiyen başka kişilerin de zehirlenerek hastanelere başvuruda bulundukları belirlendi.
Gıda Katkı Maddeleri.
Özellikle hazır gıdaların işlenmesi/üretilmesi sürecinde belirli bir işlevi yerine getirmesi için, bilinçli olarak katılan katkı maddeleri renklendirici, koruyucu, mineral tuz, kıvam artıcı, homojenleştirici, parlatıcı, tatlandırıcı, inceltici, aroma ve tat verici amaçlı olarak kullanılması sürecinde bazı iddialara göre, gıda katkı maddelerinin gıda ürününün kalitesinin artmasına neden olduğunu öne sürmeleri kabul edilemez bir durumdur.
Bilim insanlarının yaptığı çalışmalar sonucunda hastalıkların önlenmesinde gıdalarla ilgili olarak;
*Tuz Tüketimini azaltılması,
*Trans yağ asitlerinin uzaklaştırılması,
*Doymuş yağ tüketiminin azaltılması,
*Şeker tüketiminin sınırlandırılması önerilmesine karşın konuyla ilgili önlem alınmasına yönelik maalesef ciddi girişimler bulunmadığı gibi yeterli tedbirler de alınmamaktadır.
İşlenmiş gıdaların tüketilmesi sonucu ortaya çıkabilecek sağlık risklerine baktığımızda, yapılan bir araştırmada, her gün en az bir öğünde işlenmiş et yiyenlerin yemeyenlere göre pankreas kanseri olma riski yüzde 19 daha fazla olduğu açıklanmış, yayınlanan bilimsel bir makalede ise bir sosiste ortalama 50 gram işlenmiş et bulunduğunu, bunun iki katının tüketilmesi durumunda kanser riskinin yüzde 38 oranına kadar yükseldiği belirtilmiştir. Yapılan tüm araştırmalarda da düzenli olarak işlenmiş et tüketiminin bağırsak kanseri ile bağlantısı da bulunduğu açıklanmıştır. Son dönemin popüler içeceklerinden enerji içecekleri ile ilgili endişe yaratan araştırma bu tür ürünlerin insan sağlığına olumsuz etkilerini gözler önüne serdi.
ABD Yasaklanan, ancak Türkiye’de hala kullanılan yemeklerden ilaçlara her yerde kullanılan kiraz kırmızısı rengini veren sentetik gıda boyasının Kanser Yaptığı maalesef biliniyor.
ABD’de gıda boyası kullanımıyla ilgili FDA (Gıda ve İlaç İdaresi) şekerlemelere, pastalara ve bazı ilaçlara kiraz kırmızısı rengini veren sentetik gıda boyasının kullanımını yasakladı.
Kararın gerekçesinde, boyanın laboratuvar farelerinde kansere neden olduğuna dair kanıtlara yer verildi. Kırmızı No. 3 adlı boya, kozmetik ürünlerinde ise otuz yıldan fazla bir süre önce yasaklandı.
Amerikada ki Tüketici savunma gruplarının birkaç yıldır bu tür maddelerin yasaklanması için yetkili kuruluşlara baskı yapmasının ardından gelen karar için İnsan Gıdaları Komiserliği “FDA, insanlarda veya hayvanlarda kansere neden olduğu tespit edilen bir gıda katkı maddesine veya renk katkı maddesine izin veremez” açıklamasını yaptı.
Zehirsiz tarım mümkün!
2006 yılından 2022 ye kadar Türkiye’deki tarımsal üretimlerde kullanılan Pestisit miktarı 790 bin ton civarındadır. Herbisit (Ot zehiri), İnsektisit (Böcek zehiri), Fungusit (Mantar zehiri) miktarları her yıl artmaktadır. 2010 yılında 38 bin ton olan pestisit miktarı, 2015 de 39 bin, 2020 de 53 bin, 2022 yılında da 55 bin tonu geçmiştir. Tarım Bakanlığının verilerine göre bu rakamın 12 bin tonu İnsektisit, 19 bin tonu Fungusit, 14 bin tonu geçen bir miktar da Ot öldürücülere (Herbisitlere) aittir. Ayrıca bunların dışında her yıl 5-6 milyon ton sentetik gübre kullanılmak- tadır.
Bu kullanıma baktığımızda tarım kimyasalının ne kadarının havayı, suyu, toprağı, insan ve diğer canlıları kirlettiği, zehirlediği ise açıkça ortadadır. Bu rakamlar gösteriyor ki, Türkiye tarımında kullanılan sentetik tarım kimyasalları miktarının azaltılması ile, ekolojik tarım koşullarında yapılan üretimlerin geniş alanlara yayılmasını beklemek tamamen bir hayaldir.
Yeşil Mutabakata göre ekolojik tarım alan oranının 2030 a kadar %25 e çıkartılması oldukça zor görülmekle birlikte bugün Avrupa da bile ortalama % 8 olan organik tarım alanının % 25 e çıkarılması imkansız gibi görünürken, coğrafya ve iklim avantajlarımız çok yüksek olduğu halde sahip olduğumuz % 1,5 olan organik tarım alanını %25 e yükseltebilmek ise bu yüzyılda gerçekleşebilecek bir durum değil. Tarım kimyasallarını üreten, satan uluslararası kartellerin gücü, devletler üzerindeki hakimiyeti bu kadar büyükken aksinin gerçekleştirilmesi olası görülmemektedir.
Kimyasal girdilere dayalı endüstriyel tarımın tüketici sağlığı ve güvenliğini tehdit ettiği açık olup, kimyasallardan arınmış sebze ve meyveleri en az Avrupalılar kadar ülkemiz vatandaşlarının da hak etmesi yanında çiftçilerin tohum ve kimya şirketlerinin insafına terk edilmemesi gereği vardır..
Dünyada ve Türkiye’de pestisit vb sentetik kimyasallar kullanmaksızın, doğa dostu ve zehirsiz yöntemler kullanarak tarımsal üretim yapan pek çok çiftçi bulunmaktadır.
Üstelik araştırmalar, pestisit savunucularının aksine, dünya nüfusunu doyurabilmek için pestisitlere ihtiyacımız olmadığını göstermektedir.
Üretim süreçleri ve Çiftçiler
Günümüzde artan nüfusun yeterli gıda ihtiyacının karşılanabilmesi ve gıda güvenliğinin sağlanması için verilen mücadeleler dünyanın her yerinde olduğu gibi günümüzde ülkemizde de çok daha önemli hale geldiğini biliyoruz. Gıda güvenliğini ve güvenli gıdaya erişimi sağlamak için üretmek ve üretimde sürekliliği sağlamak her ülkenin olduğu gibi ülkemizin de öncelikleri arasında olmalıdır.
Tarım ve hayvancılık sektöründe 2024 yılında baktığımızda; son üç yılda yüksek oranda artmaya devam eden girdi, lojistik, işçilik fiyatlarıyla oluşan yüksek üretim maliyetleri, ürünlerin tüketiciye ucuza ulaşmayacağını netleştirdi. Dünyada ve ülkemizde yaşanan olumsuzluklara rağmen bu yıl da çiftçiler ve besicilerin üretmeye devam ettiğini görebiliyoruz.
2024 yılında da artmaya devam eden girdi, lojistik, işçilik fiyatlarıyla oluşan yüksek üretim maliyetleri yanında, düşük fiyat, tarlada kalan ürünler, planlı üretimde ve destekleme modelindeki değişiklik, ithalat politikası, ihracat yasakları, iklimin etkileri, pestisit, sahte gıdalar, gıda enflasyonu ve daha birçok konu 2024 yılında tarıma damga vuran gelişmeler oldu.
İç piyasada fiyatı artan gıda ürünleri ihracat yasağı ile fiyatın düşürülmesi hedeflendi. Özellikle dökme ve varilli zeytinyağı ihracatında uzun süren ihracat yasağı hem ihracatın azalmasına hem de ihracat pazarlarının kaybedilmesine neden oldu. Salça ihracatına getirilen yasak salçalık domatesinin tarlada kalmasına neden oldu. Beyaz ette ihracat kısıtlaması üreticiye ve ülkeye zarar verdi.
Tarımda çok zorlu bir yılı geride bıraktık. Tarım yazmaya başladığım 1996 yılından bu yana belki de en “kötü” yıldı. Üretici hasat ettiği hemen hemen her üründen zarar etti. Ürününü satamadı, tarlada, bahçede kaldı. Artan maliyetlere rağmen birçok üründe üretici bir önceki yılın fiyatından daha düşük bir fiyatla satmak zorunda kaldı. Üreticinin ucuza sattığı ürünleri tüketici maalesef yine yine üç-dört katı fiyatla almak zorunda kaldı.
Tarım ve hayvancılık SOS veriyor.
2024 yılının hemen başında 600 bin baş besilik sığır ithalatının yapılacağı duyuruldu. Besilik sığırın yanı sıra kasaplık ve damızlık sığır ithalatı devam etti. Ayrıca yoğun bir şekilde karkas et ithalatı yapıldı. Kırmızı et fiyatları ithalatla kontrol altına alınmaya çalışıldı.
Bitkisel üretimde ise mısır, ayçiçeği başta olmak üzere sıfır gümrükle veya düşük ithalat vergileri ile ithalat politikası sürdürüldü. Uygulanan ithalata dayalı politikalar sonucunda üreticiden tüketiciye kadar uzanan geniş ekonomi zincirinde, zincirin halkası olan her kesim bu olumsuzluklardan önemli ölçüde etkilenmektedir. Et fiyatlarının her geçen gün daha da yükselmesi nedeniyle kırmızı ete erişmek tüketici açısından neredeyse imkansız hale geldi.
Yerli besiciliğin desteklenmesi yerine ithalat öncelendi. 2024 yılı için 600 bin baş besilik sığır ithal edileceği açıklanmasına rağmen fiyatlar düşmedi, Bu durum karşısında yerli üretici mağdur, tüketiciler ise et yiyemez oldular. Bugün ülkemizde uygulanan tarım ve hayvancılık politikası kırmızı et sektörüne olan etkileri maalesef ülkemiz hayvancılığı açısından çok önemli sorunlar yaratmaktadır.
Ülkenin kırmızı et ihtiyacını karşılamak üzere Et ve Süt Kurumu aracılığıyla yapılan besilik sığır ithalatı planlanması, yerli üretimi oldukça olumsuz etkilemekte ve besicinin önemli bir bölümünü işi bırakma noktasına geldiği belirtilmektedir.
Alınan ithalat kararları her geçen gün artan kırmızı et fiyatlarında bir düşüşe neden olmayacağı yapılan önceki ithalatların sonucunda görülmüştür.
Oysa, İthalatı öncelemek yerine yerli besicilerin girdi maliyetlerini düşürebilmek ve yerli hayvan üretimini desteklemek adına yerli üreticiler desteklenmiş olsa ülkemiz hayvancılığı istikrara kavuşacağı gibi tüketicilerde kısa, orta vadede daha uygun fiyatla et yeme imkanına sahip olabilecektir.
Sektörün desteklenmesi aynı zamanda yaratılacak istihdamlar nedeniyle işsizliğe çözüm olunacağı gibi, yerli üretimin gelişmesine önemli katkılar sağlayacaktır.
Tarım ve hayvancılıkla ilgili planlı politikaların oluşturulması, geliştirilmesi çiftçilerin ve üreticilerin sürece dahil edilmesiyle üretilecek çözümler kalıcı olacaktır.
Süt ve süt ürünlerinde ihracatın gerilediği buna karşılık ithalatın artmaya devam ettiği gerçeği ile yüzleşmemize rağmen açıklanan 2024 tarım ve hayvancılık programlarında ithal ikameci modellerin artarak devam edeceğini maalesef görmekteyiz.
Bugün itibariyle, soframızın 37 zehirden kurtulmasına ve böylece yasaklanan pestisit aktif madde sayısının 223 olmasına rağmen bu durumun yeterli olmadığı gümrüklerden dönen ihraç ürünlerinin durumundan anlaşılmaktadır. Zehirsiz Sofralar için diğer pestisitlerinde yasaklanması, denetimlerin artırılması ve zehirsiz tarım yöntemlerinin desteklenmesi gerekiyor.
Avrupa Birliği’nin Gıda ve Yem için Hızlı Alarm Sistemi (RASFF) tarafından 2024 yılı içerisinde yapılan bildirimlerde İncir, limon, üzüm, nar, domates… Türkiye’den Avrupa’ya ihraç edilirken üzerinde pestisit kalıntısı olduğu gerekçesiyle iade edildiği, ayrıca, İncir ve Antep fıstığı, susam, kolajen ve narlarda salmonella, okratoksin, deltametrin, piraklostrobin ve klorpirifos varlığının olması nedeniyle reddedildiği, son olarak ta Türkiye’den Danimarka’ya ihraç edilmek istenen üzüm yapraklarında Ditiyokarbamat adı verilen pestisit kalıntıları bulunduğu açıklanmıştır.
İnsanların sinir ve hormonal sistemlerine zarar veren, pek çok kanser türüne, kısırlığa neden olan, çocuklarda gelişim bozukluklarına yol açan, arılara ve diğer canlılara verdiği zararla biyoçeşitlilik kaybına sebep olan, ekosistemi tahrip eden, suyumuzu ve havamızı zehirleyen, Dünya Sağlık Örgütü tarafından “son derece tehlikeli”, “yüksek seviyede tehlikeli” ve “muhtemel kanserojen” olarak belirlenen ve pestisitlerde kullanılan 8 etken maddenin öncelikle ve ivedilikle yasaklanması gerekmektedir.
Anne sütünde, yeni doğan bebeklerin göbek kordonunda ve ilk dışkılarında, bebek mamalarında bile rastlanan pek çok pestisit, bebeklere ve çocuklara zarar verdiği gibi, Hamile kadınlarda düşük ve erken doğum, doğum anomalileri, lösemi ve diğer kanser türleri, otizm ve solunum hastalıkları riskini artırmaktadır.
Benzer birçok zehir, insan sağlığına verdiği zararlar tespit edildikten, başta çocuklar ve hamile kadınlar olmak üzere tüm tüketiciler bu zehirlere yıllar boyunca maruz kaldıktan sonra yasaklanmış olup, yetkililer üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmekte oldukça geç kalmışlardır. Akabinde yasaklanması talep edilen 8 etken maddenin zararları yıllardır bilinmesine rağmen henüz bu konuda adım atılmış da değildir.
Zehirsiz üretim mümkün
Sağlıklı ürünlere yönelik talep ve artan girdi maliyetleri çiftçilerin, kimyasal-yoğun endüstriyel tarımdan vazgeçip, doğa dostu ve agroekolojik tarıma yönelmesine neden oluyor.
Endüstriyel tarım ve gıda sisteminde kullanılan yüksek düzeyde zararlı kimyasalların sağlığa ve çevreye yönelik olumsuz etkileri arttıkça kimyasal-yoğun tarım yöntemleri doğa dostu tarım uygulaması ile, pestisit kullanımını altı yılda %62 oranında azalttı ve aynı dönemde ürün verimliliğinde %10 artış sağladı.
Entegre Zararlı Yönetimi’nin yanı sıra agroekoloji, organik tarım, onarıcı tarım, pulluksuz tarım gibi zehirsiz üretim yöntemleri, meydana gelebilecek zararlara karşı benzer önlemler içeriyor.
Bu yöntemleri benimseyen çiftçiler, tek tip ürün yerine farklı çeşitlerin bir arada üretimi, toprak canlılığının artırılması, hastalıklara dayanıklı yerel tohumların ekimi, zararlıları çekici tuzak ve ev yapımı doğal reçetelerin kullanılması, ürün zararlılarıyla beslenen faydalı böceklerin ortama salınması ve ekim nöbeti gibi kültürel, biyolojik, fiziksel ve biyoteknik uygulamalara yer veriyor.
Zehirsiz üretim yapan çiftçiler, ürünlerini, kompost gübreler, yeşil gübreleme, münavebeli ekim ve otlatma gibi uygulamalar sayesinde, besleyip canlı tuttukları tarım topraklarında yetiştiriyor. Bu yöntemler sayesinde canlılığını koruyan topraktan aldıkları besinleri bünyesine taşıyan bitkilerden elde edilen meyve ve sebzeler, pestisitlerin zehirleyip fakirleştirdiği topraklarda yetişenlerden çok daha besleyici ve sağlıklı olmaktadır.
AB tarafından gerçekleştirilen bir araştırmaya göre, ekolojik/doğal üretilen meyve ve sebzeler en az yüzde 40 daha fazla antioksidan ve daha yüksek seviyede demir ve çinko içermektedir.
Bu sonucun kaynağında doğal döngülere saygı var: Ekolojik/doğal üretimde yetiştirilen ürünlerin büyümeleri genellikle daha yavaş oluyor, böylece organizmalar bileşimlerini sentezlemeye zaman bulabilmektedir.
Özelikle pestisit zehirlenmelerine doğrudan maruz kalan, toprağı fakirleşen, hastalık ve zararlılarla eskisinden daha çok mücadele etmek durumunda kalan ve girdi maliyetleri yüzünden geliri düşen çiftçiler, bu sorunlarla uğraşmak zorunda kalmadığı doğa dostu yöntemlere geçiyor.
Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), kimyasallara dayalı çiftçiliğin dünyanın gıda ihtiyacını karşılayabilecek bir seçenek olmadığını kabul ediyor ve daha sağlıklı bir geleceğin anahtarı olarak agroekolojiye dikkat çekiyor.
Dünyada ve Türkiye’de pestisitlerin zararını fark eden pek çok çiftçi, coğrafya ve iklime uygun bir planlama ve tasarımla fiziksel, kültürel, biyoteknik, biyolojik ve mekanik mücadeleyi de içeren Entegre Zararlı Yönetimi’ni uygulamaktadır.
Pestisitlerde Güvenli Doz Yanılgısı
Hem insan hem de çevre sağlığı üzerinde telafisi güç zararlara yol açan pestisitlerin gıdalarda belirli dozlarda bulunmasının güvenli olduğu varsayımı yapılan araştırmalarla çürütülmektedir.
Yasaklı pestisit kalıntılarının varlığı ve kimyasal karışımların “kokteyl etkisi” ise pestisitlere dair denetlemelerin ve mevcut düzenlemelerin yetersizliğini ortaya koymaktadır.
İnsan ve çevre sağlığı için kapsamlı araştırmalar yapılması ve sıkı önlemler alınması acil bir ihtiyaç!
Yasaklanan pestisitlerin hala kullanılmaya devam edilmesi ve sınırdan geri dönen ürünlerin akıbetinin belirsizliği gıda güvenliğine dair endişelerin artmasına neden oluyor. 2024 yılında Avrupa’ya ihraç edilen bazı ürünlerde yasaklı pestisitlerin kalıntılarına rastlanması hem pestisit kullanımıyla ilgili ek yasal düzenlemelerin yapılması hem de denetimlerin artırılması gerektiğini gösteriyor. Kullanımı yasaklanmış olsa da olmasa da tüm pestisitler insan ve çevre sağlığı üzerinde ciddi sorunlara yol açmaktadır.
Her yıl dünyada yaklaşık 385 milyon pestisit zehirlenmesi vakası yaşanıyor. Akut ve kronik hastalıklara yol açan pestisitlere maruz kalanlar kalp, akciğer ya da böbrek yetmezliği ile karşı karşıya kalıyor. Pestisitlerin etkisiyle parkinson, lösemi, akciğer, mide ve meme kanseri gibi kanser türleri, tip 2 diyabet, astım, alerji, obezite, norotoksisite ve hormon bozukluklarında dünyada ciddi artışlar olduğuna dikkat çekilmektedir.
Pestisit etken maddeleri çoğunlukla uygulandıkları yerde kalmıyor. Sızarak, rüzgârla ya da hava yoluyla çok uzaklara, bazıları yüzlerce kilometre uzağa kadar taşınabiliyor.
Pestisitlerin %98’den fazlası ve ot öldürücülerin ise %95’i, kullanılan bitki ya da ürün dışında havaya, suya, toprağa karışıyor ve hedefte olmayan canlı türlerine bulaşıyor.
İnsan sağlığı kadar çevreye ve diğer canlılara da tehdit oluşturan pestisitler böcek populasyonlarının azalmasının en önemli sebeplerinden biri. 2018 yılında yapılan bir araştırmaya göre bütün böcek popülasyonları yüzde 41 oranında azaldı ve bütün türlerin üçte biri yok oluşla karşı karşıya. Avrupa Çevre Ajansının 2013-2022 arasında etki ve kalite eşiklerine göre yaptığı değerlendirmede tüm yüzey suyu izleme sahalarının %9 ila %25’inde bir veya daha fazla etki eşiğinin üzerinde pestisit tespit edildi.
Güvenli Doz Olabilir mi?
200’den fazla pestisit etken maddesi ülkemizde ve Avrupa Birliği’nde limit altında kaldığı sürece güvenli kabul edilip kullanımına izin verildikten yıllar sonra yasaklandı. Bu durum pestisitlerde güvenli doz olamayacağının ve pestisitlerin zararlarını ortaya koyan araştırmaların günden güne çoğaldığının bir göstergesi. Pestisitlerin gıdalarda bulunabileceği Maksimum Kalıntı Seviyesi, bu kimyasalların toksik etkilerinin ancak belirli bir dozu aştığında ortaya çıkacağı varsayımıyla belirleniyor. Ancak, düşük dozlarda pestisitlere maruz kalmanın bile hormon bozucu etkiler yaratabileceğini gösteren araştırmalar, bu varsayımın geçerliliğini ortadan kaldırmaktadır. Pestisitlerin endokrin bozucu özellikleri, hücresel aktiviteleri etkileyerek hormonal sinyalleri bozduğu ve bu durumun, obeziteden, kısırlığa, bağışıklık sistemi hastalıklarından nörodavranışsal sorunlara kadar geniş bir yelpazede sağlık sorunlarına yol açabildiği bilinmektedir.
Pestisitlerin zararı sadece etken maddenin bireysel etkileriyle sınırlı değil. Araştırmalar, birden fazla pestisit türünün bir araya gelerek oluşturduğu kokteyl etkisinin, etken maddelerin tek tek etkilerinden çok daha zararlı olabileceğini gösteriyor. Ancak mevcut düzenlemeler, pestisitleri tek tek inceleniyor ve kokteyl etkisini dikkate almıyor. Bu da insanların maruz kaldığı toplam riskin yeterince değerlendirilmediği anlamına geliyor.
Uluslararası Organik Tarım Hareketleri Federasyonuna göre pestisitlere dair aşağıdakilere
yönelik ek testlerin yürütülmesi gerekiyor:
● Kimyasal karışımları ve kokteylleri,
● Tüm formüle ürünler (yalnızca etken madde değil),
● Pestisit metabolitlerin toksisitesi,
● Anne karnındaki bebekler, yeni doğanlar ve büyüyen çocuklar için özel koşullar,
● Endokrin sistemi bozucular,
● Metabolizma bozucular,
● Tüm organlar ve fizyolojik sistemler üzerindeki nesiller arası etkiler,
● Gelişimsel nöro-toksisite.
Zehirsiz Sofralar mümkün…
Tarım zehiri pestisitlerden kurtulmak, üretimden tüketime ve pazarlama kanallarına kadar
ciddi bir dönüşüm gerektiriyor. Sorumluluk ne sadece çiftçilere ne de tüketicilere yüklenebilir!
Tarım politikalarının değişmesi, pestisitlerin kademeli olarak yasaklanarak doğa dostu
agroekolojik üretime geçiş için hükümetlerin, yerel yönetimlerin, şirketlerin, tüccarların,
esnafın, üretici örgütleri ve sivil toplum örgütlerinin işbirliği içinde çalışması gerekiyor.
Zehirsiz Sofralar Platformu; pestisitlere dayalı konvansiyonel üretim yöntemleri yerine
doğa ile uyumlu, agroekolojik, onarıcı yöntemlere ivedilikle geçilmesi gerektiğini söylüyor ve
ekliyor: “Tarım ve Orman Bakanlığı, The European Food Safety Authority EFSA (Avrupa Gıda
Güvenliği Otoritesi), Dünya Sağlık Örgütü gibi kurumların öncelikli görevi insanları, doğayı ve
canlıları zehirleyen pestisitleri yasaklamaktan ziyade pestisitlerle ilgili uzun vadeli yeterli
bilimsel araştırmalar ve analizler yapılmadan önce kullanımına izin verilmeyerek, gerekli
tedbirleri baştan alarak şirketler yerine insanların, tüm canlıların ve doğanın çıkarlarını
gözetmek olmalıdır.”
Tarım zehirlerinden kurtulmak için mutfağımıza gelmesini beklemeyelim:
● Doğa dostu yöntemlerle yetiştirilmiş agroekolojik, organik ürünleri tercih edelim.
● Gıda Topluluklarına, Tüketici Kooperatiflerine katılarak sağlıklı üretim yapan küçük
çiftçilerin ürünlerini satın alın; böylece agroekolojik, organik üretimin yaygınlaşmasına
katkıda bulunalım.
● Pestisitlerin yasaklanarak doğa dostu üretimi özendirici tarım politikalarının hayata
geçirilmesini talep edelim.
● Gıda güvenliği ve sürdürülebilir, onarıcı tarım konusunda çalışan sivil toplum kuruluşları desteklenmelidir..
Soframızda zehir istemiyoruz!
2019’da tarım zehirlerinin yasaklanması ve alternatiflerinin desteklenmesi için Zehirsiz
Sofralar Sivil Toplum Ağı olarak bir araya gelen sivil toplum örgütleri ve sivil inisiyatifler
çalışmalarını Zehirsiz Sofralar Platformu çatısı altında yürütüyor.
Tarım ve Orman Bakanlığının zaman geçirmeden,
● Tarımda kullanılan ve Dünya Sağlık Örgütü tarafından son derece tehlikeli, yüksek
seviyede tehlikeli ve muhtemel kanserojen olarak görülen 8 pestisit etken maddesi
acilen yasaklamalıdır..
● İnsan ve çevreye zararlı pestisitlerin tamamına 2030’a kadar yasaklama getirilmelidir.
● Doğa dostu, zehirsiz yöntemlerle tarımsal üretime geçiş için gerekli adımlar atılmalıdır.
● İnsana ve doğaya zarar vermeyen agroekolojik yöntemlerle tarım yapan küçük
üreticileri desteklenmesi için, özendirici politikalar hayata geçirilmelidir.
● Türkiye’de tarım ve gıda ürünlerinde kullanılan pestisitlerle ilgili denetimlerin kaynağı olan üretim yerlerinde yapılmalıdır.
Sonuç ve Bazı Öneriler
Ülkemizde tüketicilerin, sağlık ve güvenliğinin korunması, seçme ve zararlarının korunması haklarını kullanmaları, hakları konusunda yeterince bilgilenmeleri için, tüketicinin korunmasına yönelik yasal düzenlemelerin geliştirilmesi yanında tüketici bilincinin gelişimine yönelik faaliyetlerin artırılmasına yönelik önlemlerin kısa sürede alınması gerekmektedir.
İnsanların yaşamak için tüketmek zorunda olduğu gıda maddelerinin içeriği ile üretim süreçlerine ilişkin konularda bilgiyle ulaşmaları daha bilinçli, daha sağlıklı beslenmeleri için bir ön koşuldur.
İşlenmiş gıda maddelerinin içeriğinde bulunan katkı maddeleri hakkında bilgiye ulaşabilme koşullarının eksiksiz oluşturulması gerekliliği tüketicinin seçme hakkını doğru bir biçimde kullanarak kendisinin ve yakın çevresinin sağlık ve güvenliğini korumaya yönelik bir reflekse sahip olmasına katkı sağlayacaktır.
Tohumdan çatala gıda güvenliğinin sağlanması, gıda maddelerinin işlenme süreçlerinde dışsal etkenlerin zararlara yol açmaması, tedarik sisteminde gıdaların soğuk zincirle sevkinin sürekli ve etkin kılınması, depolama ve raf koşullarının uygun olması, son kullanım kurallarına riayet edilmesi yaşanacak olası sorunları önemli ölçüde ortadan kaldırılacaktır.
Tarımda kullanılan Kimyasalların olumsuz etkilerine baktığımızda,
* Olması gereken limitlerin üzerinde Kimyasal ilaç kullanılması.
*Üreticinin belirlenmiş olan hasat arası sürelerine uyulmaması. (Örneğin bir ürünün ortalama 40 gün olan hasat süresi ticari kaygıyla en az 20-22 günde hasat yapılması.)